Avukat Kerem Altıparmak’la “sansür yasası” olarak nitelendirilen, şu anda mecliste görüşülmekte olan, iki maddesi kabul edilen ve geriye kalan on altı maddesinin de geçmesi beklenen kanun hakkında konuştuk.
Ömer Madra: Hoş geldiniz. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğretim üyesisiniz değil mi?
Kerem Altıparmak: 2018’de istifa ettim. O tarihten beri Ankara Barosu'na kayıtlı bir avukat olarak ve sivil toplum kuruluşlarıyla yürüttüğüm çalışmalarla meslek hayatıma devam ediyorum.
Ö.M.: İktidarın “dezenformasyonu önlemek” diye nitelediği bir yasa var. Basın örgütlerinin de neredeyse tamamı meclis gündemine gelecek bu yasaya karşı gösteriler yaptı. Yasanın iki maddesinin de kabul edildiği haberi vardı. Sansür yasası diyorlar genellikle. Ve bu eylemlerde uzlaşma sağlanamadı. Şimdi görüşmeler başladı. Bize bilgi verir misiniz?
K.A.: Dün gece görüşülmeye başlanmış. İki maddesi de geçmiş. Belli ki geri adım atmayacak hükümet. Ben geri adım attıracak kadar güçlü bir muhalefet de görmüyorum işin doğrusu. Basın kuruluşları rahatsızlıklarını türlü şekilde dile getiriyorlar ama sanki toplumu bu konuda mobilize etme konusunda bir eksiklik var. Ben böyle durumlarda kendimi biraz felaket tellalı gibi görüyorum. Durumun vahameti anlaşılsın istiyorum ama belli ki eksik kalıyor. Sansür kelimesi çok sık kullanılıyor ama bu kez doğru kullanılıyor; çünkü sansür, haber yapılmadan engellemeye yönelik bir şey. Birçok hüküm, gün yüzü görmemiş veya görür görmez müdahale edilmiş haberlerin, içeriklerin çıkarılmasına yol açacak. Dezenformasyon hükmü yani Türk Ceza Kanunu'na getirdikleri 217A hükmü aslında işin görünen yüzü. Buna bağlı olarak ve bundan bağımsız olarak interneti zapturapt altına almak konusunda bir sürü hüküm var bu teklifte. Bunların bir kısmı basın kanununda, bir kısmı internet yasasında, bir kısmı ise Basın İlan Kurumu kanununda yer alıyor. İnternet medyasını da basın kanununa dahil ediyoruz.
Böylece “Onlara da gazeteci muamelesi yapılmasını sağlayacağız ve basın kartı vereceğiz” diyorlar. Ama onun bile kendi içerisinde bir sürü problemi var. Örneğin o kapsama alınan
kurum o niteliğini kaybederse, basın kartı almışsa orada çalışan kişi de basın kartını kaybediyor. Böyle son derece absürt hükümler var. Öte yandan internet medyasına Basın İlan Kurumu’ndan ve diğer yasalardan resmî ilan alma imkânı getiriliyor ama buna kimin hak kazanacağını belirleme hakkı Basın İlan Kurumu'na veriliyor. Basın İlan Kurumu'nun son dönemdeki performansını hepimiz biliyoruz.
Özdeş Özbay: Bütçesi de düşürülmüştü.
K.A.: Anayasa Mahkemesi’nin çok yakın zamanda Basın İlan Kurumu'na basın ahlakına aykırı davranma gerekçesiyle ceza verme yetkisi vermesine ilişkin uygulamanın bir bütün olarak anayasaya aykırı olduğunu söyleyelim. Bütün bu mevcut meseleleri daha kritik hâle getiren şey
Türkiye'de hiçbir kurumun hak ve özgürlükler konusunda güvenceye sahip olmaması. Ne iletişim Başkanlığı ne Basın İlan Kurumu ne BTK ne RTÜK… Hepsi hükümetin ajanı gibi çalıştığı için onlara verilen her bir yetki kaçınılmaz olarak endişeyi de arttırıyor. Bütün bunların içerisinde benim en tehlikeli gördüğüm internet kanununa getirilen hükümle sosyal medya şirketlerini ya topyekûn boyun eğme ya da kapanmaya zorlayacak olan kurallar. Bugüne kadar Türkiye'de anaakım medya kontrol altına alındı. Türkiye'deki alternatif medya da büyük ölçüde yayın yasaklarıyla, içerik çıkarma kararlarıyla bir şekilde susturuldu. Ama sosyal medyada hâlâ bir akışkanlık var. Mesela Sedat Peker'in açıklamalarını insanlar sosyal medyadan öğreniyor. Alternatif medya da oradan öğrenip alıyor. Ve şimdi seçime gidiyoruz. Seçim sürecinde böyle benzer içeriklerin gelme ihtimali var. Bu yasa sosyal ağ şirketleri açısından birkaç kural getiriyor ve bunlar gerçekten kapanmaya kadar gidebilir. Bu kuralların bir tanesi şu: Sosyal ağ şirketlerinin Türkiye'de bir temsilcilerinin olması artık zorunlu. Yurt dışındaki temsilciyi, temsilci olarak gösteremeyecekler. Türkiye'de bir gerçek kişi, Türk vatandaşı veya Türkiye'de kurulmuş bir şirketle temsil edilecekler. İkincisi olarak, belli suçlar açısından Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gelen taleplere cevap vermek zorundalar. Bugüne kadar böyle bir cevap vermiyorlardı. Anonim hesaplardan paylaşım yapıldığında da bu kişiler saptanamıyor. Şimdi, ki buna “dezenformasyon” denilen suç da dahil, Cumhuriyet Başsavcılığı “Bana bunların bilgisini vereceksin” derse ve örneğin Twitter bunu vermezse, Twitter'ın bant genişliğinin yüzde 90’a kadar daraltılma ihtimali var. Bu aslında kapatmak demek, yüzde 10’la hiçbir şeye ulaşamazsınız. İkinci bir opsiyon ise şu: BTK Başkanı, kendi başına 8A hükümlülerine dayanarak erişim engelleme kararı verebiliyor. Örneğin yine Sedat Peker bir paylaşım yaptı ve BTK başkanı da onun paylaşımının kamu düzenini bozma riski taşıdığını ve 8A’ya aykırı olduğunu söyledi ve erişim engelleme kararı ya da içerik çıkarma kararı getirdi. Twitter o içeriği çıkarmazsa önce para cezası verme, ardından yine yüzde 90’a kadar bant genişliğini daraltma imkânı var. Paradoksal bir şey bu. Her şeye rağmen bunları idare ederek kalsın mı Twitter? Yoksa bunlara karşı ifade özgürlüğünü öne çıkararak bunu uygulamaktan imtina etsin ve kapatılsın mı? Bu uzun vadede Türkiye'nin uluslararası ilişkilerini kötü yönde etkileyebilir. Basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğünden daha çok damgalanmasına yol açabilir.Seçime Twitter olmadan girilebilir bu koşullar altında. Hiç uzak bir ihtimal değil bu. O yüzden yasa çıktıktan sonra tekrar bir pazarlık süreci başlayacak ama iki yıl önceki pazarlığa imkân tanıyan açıklar bu yasada yok. Bu yasanın kapsamı dezenformasyonla ilgili maddelerden ibaret değil, bir bütün hâlinde Türkiye'deki iyice daralmış olan ifade ve basın özgürlüğünü daha da daraltma riski taşıyor.
Ö.M.: Bu yasa kimler tarafından hazırlanıyor? Hukukçular da var mı bu kanunu hazırlayanlar arasında? Viktor Orban seçildikten sonra Macaristan’ın bu tarz çok ciddi kısıtlamalara gittiğini ya da Çin'de internet konusunda büyük kontrol elde edildiğini ifade eden haberlere rastladık. Türkiye'de de bu tarz şeyler olur mu? Yani hangi ülkelere benzeyeceğiz?
K.A.: Cumhurbaşkanlığı sistemine geçince artık hükümetin kanun tasarısı getirmesi diye bir uygulama kalmadı. Kanun teklifi geliyor, milletvekilleri tarafından imzalanıyor. Ama muhtemeldir ki bu hazırlıklar bürokrasinin desteğiyle yapılıyor ve bunun içerisinde mutlaka hukukçular da var. Türkiye'de artık bütün yasalar yamama suretiyle yapılıyor, biliyorsunuz. Bunu iyi ya da kötü yapabilmeniz için mevzuata hakim olmanız gerekir. Nitekim burada da birbiriyle alakasız bir sürü yasanın içerisine yepyeni bir şey zerk ediliyor. “Ben interneti de basının içerisine dahil ediyorum” dediğiniz zaman sadece basın kanunu düzenlenmiyor; gazetelerin ve süreli yayınların hükümleri de düzenleniyor. Bu ancak bir hukukçunun yapabileceği bir şey. Bunu yapan hukukçular belli ki zaten bunu planlamışlar. O anlamda iyi hukuk biliyor olmaları lazım. Bu kişilerin kim olduklarını benim bilmem mümkün değil. Çünkü kağıt üstünde baktığınızda her teklif belli sayıda milletvekilinin imzasıyla gelmiş oluyor.
İkinci sorunuzu cevaplayayım. Kore, İran, Çin gibi “Biz de insan hakları tanıyoruz. Biz de basın özgürlüğünü tanıyoruz” deme derdi olmayan, Avrupa Birliği'ne aday olmayan, Avrupa Konseyi üyesi olmayan devletlerin durumunu bir kenara koymakta fayda var. Avrupa Konseyi'nden çıkan Rusya'yı bile o kategoriye dahil edebiliriz. Ama seçimle başa gelmiş otoriter rejimlerin geçerli olduğu devletlerde birinci önemli saptama şu olabilir: Bunlar arasında acayip bir know-how [bilgi birikim] transferi var; yani bir konuda birisi iyi oluyor, öbür konuda diğeri iyi oluyor ama birbirlerine de bilgi transferi yapıyorlar. Örneğin, Rusya'da 2010’ların başında çıkan “Yabancı ajan niteliği taşıyan dernek” meselesi orada birçok derneğin kapatılmasına yol açtı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de geçtiğimiz aylarda, bu konuda hayli gecikmeli bir karar verdi. Rusya çıkmadan önceki son kararlardan biri buydu. O geç gelen adalet, adalet olmuyor. Dernekler daha ilerideydi, biz de faydalandık bundan. Biliyorsunuz terör finansmanıyla ilgili düzenlemenin içerisinde dernekler mevzuatını koyup, oraya bir sürü denetim hükmü getirip, o Rus modelini tamamen olmasa da aldılar. İnternet meselesinde de biz modeliz. Bunu neye dayanarak söylüyorum? Twitter'ın şeffaflık raporuna bakarsanız, Türkiye'nin 2013’ten itibaren en çok erişim engelleyen, içerik çıkartma talebi gönderen devlet olduğunu görebilirsiniz. Bizim 5651 sayılı yasamız, özellikle 2013’ün sonundaki yolsuzluk iddialarından sonra yoğun bir şekilde internet sansürü için kullanıldı. Türkiye bu anlamda hep model oldu.
Bir diğer husus da şu: Zaman zaman “Bu uygulamalar Almanya’da da var” gibi söylemler duyulabiliyor. Oralarda olan düzenlemelerle bizimkiler arasında nüans var. Onlar mesela nefret söylemini engellemek için bir düzenleme yapıyor. “Burada suç var, suçu engellemek için yapıyoruz” diye aktarılıyor. Bir kere hedefleri bizim yasalarımızınkinden farklı. İkincisi de şu: Cumhurbaşkanı’na hakaret suç Türkiye'de. Diyorlar ki: “Hollanda'da da kraliyet ailesine hakaret suç işte, kraliçeye hakaret suç. İspanya'da da bu uygulama var.” Bu ülkelerde ya hiç uygulanmıyor bu yasalar ya da çok ender vakalarda karşımıza çıkıyor. Türkiye'de 40 bin kişi dava edilmiş. 200 binden fazla insan soruşturulmuş. Onun için bu hususta genellemeler yapmak çok sağlıklı gözükmüyor. Ölçüt bir başka ülkenin politikaları olmamalı. Tespiti Türkiye'nin taraf olduğu İnsan Hakları Sözleşmesi’ne dair performansına bakarak yapmaktan yanayım. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi hep istatistik yayımlıyor biliyorsunuz. O istatistiklere bakarsanız, Türkiye'nin ifade özgürlüğünü ihlal etme oranı neredeyse bütün Avrupa Konseyi'ninkinin toplamına yakın. Türkiye tek başına bütün Avrupa Konseyi kadar ifade özgürlüğünü ihlal etmiş bir hukuk sistemine sahip. Bunu kime yaptırıyorsunuz? En politize olmuş suç ceza hâkimliğine yaptırıyorsunuz.
Bu açıdan çeşitli ülkelerle benzerliklerimiz de var tabii. Yanlış hatırlamıyorsam Malezya'da veya Endonezya'da bu dezenformasyonla ilgili bir kural geçti ve çok da eleştirildi. Benzer bir durum var orada. Ama yine de Türkiye'nin durumunun o çerçeve içinden bakıldığında bile özgün olduğunu söyleyebiliriz.
Ö.M.: Türkiye Gazeteciler Sendikası Genel Başkanı Gökhan Durmuş, Hacı Bişkin’in Gazete Duvar’da kendisiyle yaptığı mülakatta “Haber siteleri artık tekzip sitelerine dönecek ve bu yasa basın, ifade özgürlüğünü tamamen yok edecek” diyor. Siz bu konuda ne dersiniz?
K.A.: Bu yasa sadece dezenformasyon hükmünü getirmiyor; bir ayağı internete, diğer ayağı basın kanuna uzanıyor. Bugüne kadar internet basınında yapılan yayınlara karşı açılan davalarda “Bize basın kanunu uygulayamazsınız” diyorduk. Çünkü internet basın kanunu kapsamında değildi. Şimdi basın kanununa girmesinin avantajları da var. Mesela basın kartı alma ihtimali geliyor. Ama öte yandan hükümlerin bu alanda uygulanması ve buraya adapte edilmesi de söz konusu oluyor.
Düzeltme ve cevapla ilgili kural şöyle diyor:
İnternet haber sitelerinde ise zarar gören kişinin düzeltme ve cevap yazısının; sorumlu müdür, hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç bir gün içinde, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, URL bağlantısı sağlanmak suretiyle, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır. Yayın hakkında verilen erişimin engellenmesi ve/veya içeriğin çıkarılması kararının uygulanması ya da internet haber sitesi tarafından içeriğin kendiliğinden çıkarılması durumunda, düzeltme ve cevap metni ilgili yayımın yapıldığı internet haber sitesinin ana sayfasında bir hafta süreyle yayımlanır.
Bu bir haftayı 24 saate indirmişler. Bu da şu demek: Yayın yasağı var. Yayının kendisi yok sitede. Ama buna rağmen tekzip açıklaması 24 saat kalacak demek bu. Hakkında yolsuzluk iddiası bulunan, kamu gücünü haksız kullandığı iddia edilen gerek devlet görevlileri gerekse özel şirketlerle ilgili haberlere ilişkin bu tekzipler gelecek. Ve “Ben bunu yayınlamıyorum; çünkü bunu haberimle ilgili görmüyorum” deme şansı yok internet sitesinin. İnternet gazeteciliği yapanlar çok iyi bilecekler, neredeyse her gün ikişer üçer tane erişim engelleme, içerik çıkarma kararı geliyor Duvar’a, Diken’e, T24'e ve aklınıza gelen bütün muhalif basına. Şimdi onlara uzun uzun tekzip yollayacaklar; yani gazete sürekli kendisini kötüleyen haberleri yayınlamak zorunda kalacak. Bir dönem Cumhuriyet neredeyse gazetenin tamamında tekzipleri yayımlamak zorunda kalmıştı. Çünkü yayımlamazsanız bu kez para cezaları geliyor. Zaten mali sıkıntı içerisinde bu kurumlar.
Ö.M.: Bu çok ciddi bir durum. Gökhan Durmuş'un söylediği bir şey daha var: Sadece gazetecilik faaliyetleriyle ilgili olmadığını, sosyal medya kullanan vatandaşların paylaşımlarının da suç olarak gösterilebileceğini söylüyor. Suç tanımının sosyal medya kullanıcıları için de geçerli olacağını belirtiyor. Buna ne dersiniz?
K.A.: Bunu sanıyorum 217A için söylüyor; yeni gelen dezenformasyon hükmüyle ilgili. O hüküm tabii “Gazeteciler işler” gibi bir ibare taşımıyor. O suçu herkes işleyebilir. Sosyal medya kullanıcısı da işleyebilir. Çünkü orada sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle haberi yayan kişi herkes olabilir. “Gerçeğe aykırı bir bilgi olacak” diyor. Bunu tabii siz de yayabilirsiniz, ben de yayabilirim. Sonuçta bu herkese uygulanabilecek bir hüküm olarak karşımızda duruyor. Burada can alıcı husus, Türkiye'de yargının içinde bulunduğu durum. Yani bu hüküm bir şekilde yorumlanıp aslında iyi bir sonuç da verebilir normal koşullarda. Sözgelimi, salgın hastalık döneminde aşıyla ilgili dezenformasyonun yayılması, insanların aşı olma talebini düşürüp ciddi bir sağlık sorununa yol açabilir. Mesela bu hükme dayanarak kontrol etmeyi düşünebilirsiniz. Ama Türkiye'de bu hükmün genişçe yorumlanma riskinin yüksek olduğunu düşünüyoruz. Çünkü burada “Kamu düzenini bozabilecek ve kamu barışını bozmaya elverişli şekilde” deniyor. Mesela enflasyon oranıyla ilgili farklı bir tahmin sunmak bu kapsama girer mi? Ben gerçekten böyle bir uygulamanın gerçekleşebileceğini düşünüyorum. Hatta dün bir örnek verdim: Kemal Kılıçdaroğlu'nun bir paylaşımını sizin paylaşmanız durumu. Erdoğan bu paylaşıma “Gerçeğe aykırı bilgi” diyor. Erdoğan'ın söylediğine mutlak doğru kabulüyle yaklaşıyor yargı makamları. Böyle olduğu zaman kamu düzenini bozabilir mi? Bu 216. maddede yapılan soruşturmalar (yakında yakınlarda Gülşen'in de tutuklanmasına neden olan şey) nasıl tetikleniyor? 200-300 kişi dilekçe veriyor. “Bizim dinimize hakaret etti. Biz çok mutsuz olduk. Cezalandırılsın” diyorlar. Bu açıklama karşısında gidip “Yalan söyleniyor ve halkımızın morali bozuluyor” diye dilekçe verdiler. Alın size kamu barışını bozmak. O kamu barışını bozuyorsa bunun da bozduğunu söyleyebilirler. Kılıçdaroğlu'nun kendisini dokunulmazlığı olduğu için susturamıyorsanız, söylediğinin yayılmasına bir şekilde, kolaylıkla engel olabilirsiniz. Ondan sonra insanlar gitsinler soruşturmada dertlerini anlatsınlar. Bu tür birkaç tane soruşturma caydırıcı etki yaratacak. Bir sonrakinde zaten bunu yapmayacaksınız çünkü başınıza ne geleceğini iyi kötü öngörebileceksiniz. Onun için bu mesele bir yalnızca gazetecileri ilgilendiren bir mesele değil. Bu yasa teklifine karşı yeterli reaksiyonun olmadığını düşünmemin nedeni de o. İnsanlar henüz işin kendilerine dokunabilecek kısmını görmüş değiller. 200 bin kişinin Cumhurbaşkanı’na hakaretten soruşturulduğu bir ülkeden bahsediyoruz. Bunun ucu mutlaka basın dışında birilerine de dokunur.
Ö.M.: Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye Gazeteciler Sendikası, Türkiye Yazarlar Sendikası, DİSK, Basın Konseyi, Pen Yazarlar Derneği ve Türkiye Yayıncılar Birliği bu yasayı sansür yasası olarak adlandırdı ve bu teklifin geri çekilmesi çağrısını dile getirdi. Ama bu gerçekleşmiş gibi gözükmüyor. Bundan sonra bizi neler bekliyor?
K.A.: Ben hükümetin geri adım atacağını düşünmüyorum. Seçim atmosferine girerken bu yasaya ihtiyacı var. Ve öngördüğümüz veya öngöremediğimiz şekilde, ciddi anlamda basın ve ifade özgürlüğü açısından olumsuz sonuçlar doğuracağını düşünüyorum. Bu alanda çalışıp daha önceki tahminlerimizin ne yazık ki doğrulandığını bildiğimiz için çok da abartmadığımız kanaatindeyim.
Ö.M.: Çok teşekkür ederiz.